23-25 Ağustos 2014
Mallorca (Mayorka okunuyor), İspanya’nın Balearic adalarının en büyüğü, adı da oradan geliyor. Mallorca’ya Almanlar, İbiza’ya İngilizler gider, İspanyollar da Menorca’yı tercih eder, genellemesinin büyük oranda doğru olduğunu gördük. Geçen yılki Menorca gezimizde yerliler çoğunluktaydı, bu kez Mallorca’da en çok duyduğumuz dil Almanca oldu.
Menorca ile kıyaslayınca Mallorca gerçekten de büyük görünüyor, en azından adada üç şeritli otoban var, 120 km/s hız yapılabilecek yollar var; ada bir baştan öteki başa 45 dakikada bitmiyor. O yüzden her yerini üç günde gezmek imkânsız. Kuzey doğu bölgesinde güzel yerler olduğunu duymuştuk ama gidemedik; biz güney batıda Camp de Mar bölgesinde konakladık ve güneyde birkaç koyu görebildik, onlar da çok güzeldi.
Otelimiz H10 zincirlerinden biriydi ve sadece yetişkinlere özeldi. Çocuklu arkadaşlar alınmasın ama çok rahat ettik, kafamızı dinledik. Otelin her yerine, restoranına, havuzuna, ortak kullanım alanlarına bir dinginlik hakimdi. Konum olarak da fazla el değmemiş bir koydaydı, bütün odaları deniz manzaralıydı ve plaj hemen otelin önündeydi. Koy, gündüzleri kalabalık olsa da akşamları çok sakindi, gece hayatı yok gibiydi.
Biz otelin bulunduğu koyda, havaalanının hemen yanındaki Palma plajında ve bir de çıktığımız bot turunun götürdüğü bir koyda denize girdik, hepsi de keyifliydi. Otelin önündeki deniz, özellikle sabah saatlerinde dingin ve tertemizdi, çıkmak istemedik. Palma plajı üç kilometre uzunluğunda, şehre yakın, dolayısıyla kalabalık ve hareketli, sıra sıra restoranların ve otellerin olduğu bir yerdi. Bot turunda durduğumuz koy ise balık kaynıyordu, balıkların arasında yüzmek beni biraz tedirgin ettiyse de ilginç bir deneyim oldu. Ayrıca botun dibindeki gözetleme penceresinden denizin dibini ve avlanmak için suya dalan martıları izlemek de yaşadığımız ilklerden biri oldu. Bot turuna yolcu almak için durakladığımız diğer koylarda da deniz çok berraktı, dibi görünüyordu. Sonuç olarak Mallorca’da nerede kalırsak kalalım memnun ayrılacağımız izlenimini edindik.
Yemekler, Barselona’da yaşadığımız üç buçuk yıldan alışık olduğumuz ve şimdi artık her gün özlediğimiz tatlardı. Bol bol deniz ürünü, özellikle de karides yedik. Koyun ortasındaki ufak adada inşa edilmiş ve kıyıya ince bir tahta köprü ile bağlanmış İlleta Restoranı, hem konum, hem kalite hem de fiyat açısından gayet iyiydi. İstakozlu paellla’sı (adam başı 20€, en az 2 kişilik sipariş ediliyor) özel yemeklerinden biri olsa da, ben güveçte sarımsaklı karidesi (porsiyonu 10€) daha çok beğendim. Biraları ise son zamanda içtiğimiz en soğuk biraydı, 30 derece sıcakta ilaç gibi geldi. Tek sorun, restoranda boş masa bulmaktı.
Emekli olup yerleşmemiz şimdilik mümkün olmadığından başka bir tatilde tekrar buluşmak üzere Mallorca’ya veda edip soğuk İngiltere’ye geri döndük ve kaloriferimizi açtık.
Fotoğraflar: İhsan Topallı
Ayça ve İhsan’ın tüm seyahatlerine kendi blog siteleri i-visited.them-all.net‘den ulaşabilirsiniz.
