11/11/2011
Havana’ya varınca sevimsiz bir sürprizle karşılaştık, bizim için ayarladıkları casa ahırdan bozma. Olmaz dedik, üst üste benzer kalitede yerlere götürdü rehberlerimiz bizi, elbette olmaz. Önceden programı netleştirmeyince bu tür sürprizlerle karşılaşılabiliyor. Sonunda olması gereken tarzda, butik otel kalitesinde bir tane bulduk ancak tek odaları var. Çift kişilik yataklı olduğu için biz yerleştik. Arkadaşlar için arayışlar sürdü, bir yandan da normal otel aramaları, ancak binlerce yataklı devasa oteller bile dolu, birine kapıdan girdik, anladık ki Türklerle dolu. Sonunda Hemingway’in konaklamaktan en çok keyif aldığı otelde onlara yer bulduk. Kendimizi Morro Kalesine bıraktırıp Zeynep ve Elgin’in bavullarını otele gönderttik.
Morro Kalesi; Havana Gezilecek Yerler
Morro kalesinde geleneksel top atış töreni yapılıyor her akşam. İspanyolların döneminde yapılan tören geleneksel İspanyol kıyafetleriyle sunuluyor turistlere. Tören ekibi ve bandonun gelişini hiçbir şey anlamadığımız İspanyolca diyaloglu bölümler takip etti. Bazı teatral sahneleri pek kolay unutamayacağımız top atışı takip etti. Elimdeki kamera titredi, neyse ki kulaktaki uğuldama kısa sürdü. Kale içi son derece sevimli, kısa bir keşif turu attık. Bir köşede Latin müziği çalan 3lü vardı. Merkezde ise askeri okul öğrencilerinden oluştuğunu tahmin ettiğimiz ateş gibi bir ‘big band’. Sanırım yarım saat kadar onları dinleyip dans ettikten sonra terk ettik kaleyi. Bayanlarla otellerinde vedalaşıp biz de kendimizi Nacional otel’in oraya bıraktırdık. Hemen yakındaki caz bara gitmekti niyetimiz.
Caz bara komşu bir kafeterya vardı, karnımız aç. Birer bira birer sandviç aldık, canlı müzik ve danslar başladı, 2-3 parçada bir bahşiş molası verip devam ediyorlardı, onlar bitirene kadar yemeklerimizi yiyip keyfimize baktık (16CUC). Bara girmeden caddede biraz yürüyüş yapmaya karar verdik. Sahile doğru indikçe kalabalık arttı, sahildeki caddenin hemen üstünde insan yığınları var, kendi aralarında müzik yapanlar, seyyar yemek ve kokteyl araçları, öpüşen çiftler, oyun oynayanlar. Biz de benzincinin marketinden bira alıp aralarına karıştık. Deniz kenarından yürümeye devam ettik. Bir gitar çevresinde şarkı söyleyen gençlerin yanına yanaşıp yüzümüzü okyanusa döndük. Küba’daki zencilerin, özellikle de bayanların sarıya acayip düşkün olduklarını belirtmek lazım. Bu akşam kalabalığında da bir sarı yoğunluğu var.
Daha önce insanların ellerinde beyaz kağıttan koniler görmüş, Lordes’e ne olduklarını sormuştuk. Yaklaşık 20 santim uzunluğunda tabanında çapı 2 santim olan koniler için “penis, penis” demişti. Defalarca sorup hayretler içinde kendisine baktıktan sonra “peanuts/yerfıstığı” demeye çalıştığını anlamış uzunca süre gülmüştük. Deniz kenarında da aynı konilerden satanlar vardı. Bira ve müziğimizin yanına eşlik ettirip okyanus esintisine bıraktık kendimizi. Dönüşte caz bara kafamızı uzattık ama o keyfin üzerine çekici gelmedi.
12/11/2011
Kahvaltımızı Casa’mızda yaptık bir problem yaşamamak için, diğer konuklardan biri ile beraber. Orta yaşın üzerindeki teyze Meksika’dan gelmiş, kanser tedavisi için. Küba’nın sağlık konusunda dünyanın kalanından ne kadar ileride olduğu, hangi hastalıkların çözümünü buldukları, ambargo nedeniyle dünyanın kalanı tarafından net olarak bilinmiyor. Ama bizim halen bitirmeye çalıştığımız çocuk felciyle 70’lerin sonunda vedalaşmışlar. Çocuk ölümü oranları ve yaşam umudu dünyanın en gelişmiş, sağlığa en çok para harcayan ülkeleri ile aynı seviyede. Biz Türklerden 10 yıl kadar uzun yaşıyorlar. Kahvaltı ortağımızın ise İngilizcesi pek kuvvetli değildi, pek konuşamadık bu konuda.
Almendares Parkı; Havana Gezilecek Yerler
Lordes kızların bizi ektiklerini söyledi ve onlardan gelen notu iletti. Biz de onlarsız gittik pazara. Çok geniş değil ama yerel atmosferi mutlaka görmek istemiştik. Ağırlıklı olarak meyve vardı pazarda, sebze ve yeşillik çeşidi bizim buralarda kesinlikle daha fazla. Kasaplar da yerlerini almış.
Oradan ayrılınca bizi bir parka götürdüler. Aklımız yerinden oynadı. Almendares parkı, içerisinden nehir de geçen yeşilin zirve yaptığı, insanı büyüleyen bir yer. Dev boyutlu ağaçların tüm gövdelerini örtecek şekilde yapraklar sarkmış, filmlerden fırlamış gibi, balta girmemiş orman manzarası. Havana gezilecek yerler listenize dahil etmeyi unutmayın. Karanlıkta biraz ürkütücü bile olabilirler, hayalete benzemiş ağaçlar. Dikkatimizi çeken bir konu da burasının Küba’da gördüğümüz tek temiz olmayan yer olmasıydı, yerlerde aynı bizim parklarda olduğu gibi pet şişeler, naylon torbalar vardı.
Park ziyaretinden sonra mezarlığa gittik, oraya da giriş 5 CUC. Özellikle ana cadde üzerinde görkemli mezarlar vardı. İbrahim Ferrer’le de vedalaştık. Genel bir etkileyici vardı ama çok vurucu değildi. Çok vakit harcamadan bir rom fabrikasına attık kendimizi. Şansımıza üretim yoktu ancak her tür iş güvenliği önleminin alınmış olması dikkatimizi çekti. Bu konu, sokakta çalışan işçileri görünce, hatta girdiğimiz marketlerde bile dikkatimizi çekmişti, bu konuya ciddi önem veriliyor. Götüreceğimiz romları stoklayıp devrim müzesine gitmek üzere ayrıldık mekandan.
Devrim Müzesi; Havana Gezilecek Yerler
Devrim müzesi eski kraliyet sarayı. Che’nin Santa Clara’daki zaferinden sonra Batista kaçmış ve Castro’nun bu saraya girişiyle 26 temmuz hareketi zaferle sonuçlanmış. Bu bina daha sonra içerisine geniş bir sergi yerleştirilerek müze haline getirilmiş. Ağırlıklı olarak devrim sonrası ele alınmış, sağlık, konut ve benzeri politikalarda neler yapıldığı tarihsel süreçte anlatılıyordu. Elbette savaş dönemi de anlatılmış, bizim dikkatimizi daha çok o çekti.
Kızlarla burada karşılaştık ve Granma gemisini görmeye beraber geçtik. Devrim müzesinin hemen yanında açık alanda Castro, Che ve diğerlerinin Meksika’dan Küba’ya geldikleri tekne kullandıkları diğer askeri araçlar sergilenmekte. Kraliyet sarayına gelirken kullandıkları delik deşik olmuş minibüsten köylülerin yaptıkları çiftlik araçlarından bozma zırhlılara kadar, uçak, araba birçok araç vardı.
Buradan çıkışta önce bir alışveriş merkezine gidip pizza ve lazanyayla karnımızı doyurduk. Santa Clara gezilecek yerler yazımızda bahsettiğimiz o garip şeyleri düşünüp hem güldük hem de tekrar hayretler içerisinde kaldık. Akabinde kendimizi sanat müzesine attık. İki ayrı binadan oluşan müzenin özellikle ilk binasının kendisi büyüledi hepimizi, tavan vitrayı inanılmazdı. Geçici sergiyi gezip kalıcısında pek vakit harcamadan modern bölümü içeren binaya geçtiğimizde kapanış saatine çok az kalmıştı. Çok yaratıcı eserler vardı ama adeta aralarından koşarak geçmemiz gerekti. Yine de tamamını göremedik, bir tam gün ayrılsa rahat rahat doldurur, Havana gezilecek yerler listesi hazırlarken aklınızda bulunsun.
Sokaklar; Havana Gezilecek Yerler
Prado sokağının orta bölümü iki taraflı ağaçlandırılmış geniş bir kaldırım ve sağlı sollu birçok amatör ressam ve fotoğrafçı burada eserlerini satmaya çalışıyordu. Sanat turumuzu keyifli şekilde bu sokakta sürdürdük. Sonrasında erken bir akşam yemeğini yemek üzere (Elgin’le Zeynep öğle yemeği yemedikleri için açtılar) gitmek istediğimiz Paladar la Guarida’nın orada aracımız ve rehberimizden ayrıldık. Paladar ev lokantalarına verilen isim, Casa’ların yegane özel konaklama imkanı oluşu gibi Paladar’lar da yegane özel restoranlar. Henüz servise başlamadıklarını söyleyip, rezervasyon alıp gönderdiler bizi. Film (Fresa y Chocolate) ve fotoğraf çekimlerine de sahne olmuş, dışarıdan yıkılmak üzere gibi görünen eski binanın ikinci katında, merkezi havana bölgesinde.
Kendimizi sokaklara attık, zamanı öldürmek için. Eski püskü, yıkık dökük binalar, sokaklara serpiştirilmiş elli yıllık arabalar, o arabaları tamir etmeye çalışan insanlar, sokakta oyun oynayan çocuklar, dans eden gençler, pencerelerinin önünde saçını yapan kadınlar, sokağa taşan müzik ve yaşam. “Only in Cuba” manzaralar. Küba bizi tekrar büyüsü altına aldı, yine bir film sahnesine düşmüş gibiydik. Hepimizin yüzüne istemsizce birer gülümseme oturmuştu. Havana gezilecek yerler listenizin başına ara sokakları koymanızı öneririm. Yemek için bize verilen saat yaklaştığında, paladarımızın yan sokağında başka bir paladar görünce bir göz atmaya karar vermiştik.
Notre Dame des Bijoux paladarı içeriye adımımızı attığımız anda bizi şaşırttı, bütün duvarlar müzeyi andırır şekilde doluydu, özellikle de kahve fincanları ve tabaklarıyla. Genel olarak bakınca evin içi gözü son derece yorsa da her detay, her mobilya çok özenle seçilmiş. Ev sahibi Tommy parça parça ışıkları yaktıkça hayretimiz artıyordu, tuvalet dahil evin her köşesi ilginç. Zeynep ve Elgin, Tommy ile konuşmaya başlayınca ve Tommy de oturup anlatmaya başlayınca bir filmin içerisine düştüğümüze kesin olarak karar verdik. Tommy elimizdeki kitabı alıp Havana bölümünün başlangıcındaki tam sayfa resmi imzaladı. Resim kendisinin evinin önünde çekilmiş fotoğrafıydı. Sonra duvardaki Tommy isimli filmin afişini gösterdi, film elbette kendisi hakkındaydı. Evin üstündeki terasa da çıktıktan sonra ayrılmak üzereyken Tommy’nin son sürprizi devlet tiyatrolarının Paz adlı gösterisinin kitapçığı oldu. İlk bakışta fark etmedik bunun Türkiye Devlet Tiyatroları olduğunu, sol köşedeki amblem sonradan dikkatimizi çekti, kitapçık İspanyolca. Eski opera dansçısı ve çevirmen olan Tommy yakın zamanda turne için geldiklerinde Türk tiyatrosunu kaçırmamış. Kitapçık için teşekkür edip ayrılırken evinin önünde fotoğrafını çekmeyi ihmal etmedik. Daha sonradan Tommy filmini bulmaya çalışırken HIV pozitif olduğunu öğrendik, eşcinsel olduğu ise bize göre gayet netti.
Yaşadığımız birkaç saatlik rüya gibi tecrübenin ardından yemeğe hazırdık. Bu yıkık dökük binanın kapısında güvenlik görevlisi rezervasyon soruyordu. Son derece şık masalar, duvarlar daha önce gelen yıldızların fotoğrafları ile kaplı. Hollywood olduğu gibi gelmiş gibi. Deneysel, füzyon mutfağa sahip restoranın yemekleri bize keyif verdi, özellikle Elgin’i ise büyüledi. Yan masamıza gelen Türk grubun rehberi sadece birkaç saat evvel rezervasyon yapmış olmamıza çok şaşırdı, kolay yer bulunmuyormuş bu restoranda, bu popülarite fiyatlara da yansıtılmış elbette.
Küba’ya veda anlamı taşıyan geceyi El Viejo yani eski kentte kalabalıklara karışarak sonlandırdık. Kafelerde dans edenleri izledik, sokağa taşan müziği dinledik. Her adımın 5CUC olduğu, sıcak kanlı, güler yüzlü, güzel kalpli insanların ülkesi Küba bize eşsiz anılar bıraktı. En çok doğasına hayran kaldık, değişmeden görelim istemiştik ama komünizmden geriye temel ihtiyaçların sağlandığı, gelir adaletsizliği düşük, yoksun insanların olmadığı bir sistem kalmış. En kıymetli anlar ise Trinidad’ın sabahı, Casa de la Musica geceleri ve Havana’daki son akşamımızdı.
Aralık 2011
bizdeki malum saray’dan da guzel muze olur 🙂
Küba’yı anlatan roman tadında gezi günlüğü
Modern seyyah Erdem Genç’in en sevdiği ülke Küba’ya olan iki yolculuğunu temel alan Küba Ritmi, birbirinden değerli tavsiyeler veren bir gezi romanı niteliğinde. İki seyahatte, beklentileri farklı iki arkadaş grubu ve iki farklı rotayı anlatan yazar, Küba ruhunu hissetmeniz ve bu ruhla bu yolculuğa çıkmanız için çağrıda bulunuyor.
Arka Kapak:
Sevgili Yoldaşım,
Şu an benimle birlikte çok keyifli bir yolculuğa çıkmak üzeresin.Dünyayı gezen bir gezgini kendine âşık eden yüzölçümü küçük, adı büyük bir ülkeyi dostlarımla ziyaret ettiğimde yaşadığımız maceraları okuyacaksın.
Derdim; Küba ruhunu benimle yaşaman. Ve olur da bir gün kendi Küba maceranı yaşamak için yola çıkarsan bu keyifli ruhla yol alman.
Küba ritim, Küba müzik, Küba film, Küba sanat, Küba Che… Daha neler neler!
KİTABIN SIRADIŞI ÖZELLİKLERİ
Küba inanılmaz doğası ile nefes kesici bir yer 🙂
çok da eğlenceli
kokteyller de süper