Sabah kahvaltı sonrası Wadi Rum (ay vadisi) yolculuğu başladı. Yeryüzünün muhtemel en görsel çölü burasıdır. 720 kilometrekarelik bu çöl 2011 yılında Unesco Dünya Mirası listesine alınmış. Akabe’ye bağlı olduğu için varmadan önce sınırdan geçtik gene, bu sefer biri araca binip pasaportları sordu, pasaportları toplu halde havaya kaldırdık yeterli oldu, içlerine bakmadı, varlıkları yetti.
Bölgeye ziyaretçi merkezinden giriliyor. Bizi hemen film gösterimi salonuna aldılar, çift projektörle film izlettiler ama projeksiyon cihazları çoktan veda etmiş haberleri yok, görüntülerden pek bir şey anlaşılmıyor, vakit kaybı. Bizi 4×4 araçlara götürmeden evvel bir de alışveriş yaptırabilmek için mola verdirdiler.
Girişte tabelaya bakmıştım, araç ve deve turları alınabiliyor. Bölgenin tamamını bir günde gezmek olası değil. 8 saatlik turla büyük bölümünü keşfedebilirsiniz ama konaklamalı bir program daha iyi olabilir. Örnek olarak vereyim araçlı 4 saatlik bir paket 67, 8 saatliği 80 dinar, yani hayli fiyatlı. Deve turları da var, yarım saatlik olanı 4 dinar, daha uzun olanları önermem, çok yorucu bir tecrübe.
Arabistanlı Lawrence filminin ve hatta hikayenin kendisinin bir miktarına ev sahipliği yapmış bölgeye 4×4 kamyonetlerin arka kasasında girdik. 12 kişi, iki kamyonet kasasına yerleştik ve dev kaya bloklarının arasına doğru yüksek adrenalin sağlayan sürüşe geçtik. Büyük kaya bloklarının arasındaki bir vadide bizi bekleyenler vardı. Bir piknik alanı kurulmuştu, saç ekmekleri pişirilmeye başlanmıştı. Yemek tepsinin kömürle kaplandığında dışarı saldığı fokurdama sesleri çok keyifliydi.
Yemeğin hazırlanmasına biz de destek olduk, sonra da pişmesini beklemeye başladık. Gölgelik alanda kimimiz yerel halkla sohbete daldı, kimimiz kayalara tırmandı, ben yürüyüş yapanlardan oldum, kum tepelerine tırmandım indim. Geriye döndüğümde biraz da az pişmiş yemeğimizi mideye indirdik ve tekrar kasalara doluştuk.
Manzara ve fotoğraf için kısa molalar verdikten sonra vadinin başka bir bölgesindeki, kaya bloğuna dayanmış kum tepesine gittik. Ayakkabıları çıkarıp kızıl kumlara tırmandık, yattık yuvarlandık. Yükseldikçe elbette manzara da daha keyifli oluyor.
Burası 12000 yıllık bir bölge. Bunu hatırlatmak istedikleri için kayalara yapılmış çizimlerin olduğu yere de götürdüler ancak grubun ilgisini çizimlerden çok orada dinlenmekte olan deve kervanı çekti.
Sonraki durak gün batımı için oldu. Tepesine tırmanabileceğimiz bir platform kayaya getirdiler bizi, biz de tırmandık. Güneş karşımızdaki kayaların ardından batarken sessizlik kararı aldık. Çölün sessizliğini dinlemek için buna çabaladık, fena da değildi sessizlik ama gerek sürücülerin ara ara şakalaşmaları, gerek fotoğraf makinelerinin sesleri nedeniyle sıkça kesilmelere uğradı. Kızıl toprakların ardına batan güneşin verdiği huzuru anlatmam pek olası değil, fotoğraflar fikir verecektir.
Güneş batışı sonrası develerin bizim için bekletildiği yere geçtik. Yakın zamanda Fas’ta saatler süren Sahra çölü macerası yaşamıştım Fas’ta, deveye binmeyi henüz özlemediğim için binmedim. Aynı tarihlerde Tunus’ta benzer tecrübe yaşayan gezgin arkadaş da aynı kararı almıştı. Arkadaşları deveyle uğurlayıp biz araçlarla lüks göçebe çadırı tesisine yöneldik.
Fas’taki berberi kampı tecrübemize kıyasla ultra lüks tesiste minderlere yayılıp yorgunluk attık, gelenek şekilde pişirilen akşam yemeğini aldık. Yemek sonrası 1750 metre rakımlı çölün göbeğinde olmanın keyfini çıkarmaya karar verdim ay hala doğmamışken. Kamp yerinin yan tarafındaki kum tepeye tırmanmak nefes nefese bırakacak bir beş dakikayı aldı ama kamp ışıkları aşağıda kalınca ve tepenin öbür tarafında karalıkta kalan çöl görününce hızlanan nefesim kesiliverdi. Uzun süredir samanyolunu bu kadar görmemiştim, hatta belki de hiç görmemiştim.
Wadi Rum çok geniş bir alan biz görülmesi gereken önemli yerlerinden kaya köprülere gidemedik, mantar kayasını göremedik. Her yanını keşfetmek isterseniz bölgede onlarca çadır kampı var ve lüks seviyeleri değişiyor. Bütçe dostu olarak gezmek isterseniz yemek işlerine vakit kaybetmeyin, 4-5 saatlik turlarla seri şekilde en önemli noktaları görmeniz mümkün, bir daha gelirsem ben öyle yapacağım.
Wadi Rum’dan Akabeye dönmek bir saatten kısa sürdü. Uçağımız sabahın 4’ünde olduğu için bir otel lobisine konuşlandık, üst baş yenileyip eşyalardan kurtulduk. Küçük bir grup rehberimiz Muhammed’i de alıp şehir merkezinde tura çıktı. Yerel lezzetlerden tatma adımları yerel bira ve kızıl deniz kıyısında derin sohbete döndü. Muhammed’le Ortadoğu, Ürdün, Türkiye, yönetim, insanların yaşam biçimi üzerine çok keyifli bir sohbete daldık. Resiflere daldım, Petra’yı hem gündüz hem gece gördüm, Wadi Rum’da kum tepelerine tırmandım ama Kızıldeniz kıyısındaki bu akşam yine de gezinin en güzel bölümleri arasına girdi.
Havalimanında Türk Hava Yolları yetkilileri tarafından onları unutmamamızı garantileyecek ufak hediyelerle uğurlandık, sanki bu seyahati unutmak mümkünmüş gibi. Dönüş yolu yorucu idi. Petra’dan İstanbul’a 2,5 saatte vardık. İstanbul İzmir uçuşu da 2,5 saat sürdü. İzmir’de sis varmış, neyse ki uçakta da yakıt, tepede döndü durdu.
Comment(1)