Yolda yazlık sarayın önünde durduk. Man Sagar gölünün ortasında kurulan Jal Mahal’in duvarlarının bile bir kısmı sular altında. Göl sularının daha önce hiç görmedikleri kadar yükseldiğini belirttiler. Turistik ıvır zıvır satıcılarının gayretli çalışmalarına pek kulak asmadan birkaç fotoğraf çektik ve yolumuza devam etmek üzere otobüsümüzdeki yerimizi aldık.
Hintliler gezmeyi çok seviyor. Bizim orada bulunduğumuz zaman hintlilerinde bir tatiline denk geldiği için dolaştığımız tüm yerler son derece hareketli ve hintlilerle dolu. Satıcıların en yoğun çalıştığı dönemler. Hintli olmadığımız son derece aşikar olduğu için öncelikle bize hücum ediyorlar.
Bir sonraki durağımız şehir sarayı oluyor. Kraliyet soyundan gelen (aslında pirenslik yada valilik demek daha uygun, çünkü söz konusu şehrin yönetimi) “Maharaca” halen burada yaşıyor. Resmi bir görev yada yetkisi yok ancak halkın hala büyük saygısı var ve halk üzerindeki bu etkisi yönetimde bir miktar söz sahibi olmasını sağlıyor. Bir önceki maharaca tarafından sarayın büyük bölümü müzeye dönüştürülmüş. Bizde bu müzeyi geziyoruz.
Saray son derece görkemli ve ince işçiliğe sahip. Silah müzesi, tekstil müzesi, süsleme eşyalarının olduğu bölüm ve benzerleri ne büyük bir zenginlik içinde yaşadıklarını ortaya koyuyor. Son derece kıymetli tablolar, devasa halılar. Avludaki alanda sergilenen tahterevan ve hemen yanıbaşında duran, guines rekorlar kitabına girmiş 350 kiloluk gümüş matara. Matara demek doğru değil, aslında su deposu. 350 kilo gümüşten yapılma bu mataralardan üç tane varmış. 900’er litre su alabilen bu büyüleyici aletleri hükümdar, İngiltereye giderken yanına kutsal saydığı Ganj nehrinin suyunu alabilmek için yaptırmış. Böylelikle yıkanmaktan, içmeye, diş fırçalamaya kadar suya ihtiyaç duyduğu herşey için bu suyu kullanabiliyormuş.
Sarayı terkedip, hemen yanıbaşındaki açıkhava rasathanesi Jantar Mantar’a yöneliyoruz. Jantar, hesap kitap, ölçüm anlamına geliyormuş, Mantar ise alet edevat, cihaz. Çok geniş bir bahçe ve içinde oldukça büyük boyutlu garip yapılar var. Bu yapıları ve kullanımlarını bizleri anlatıyorlar. Üç farklı güneş saati var. Üstlerinden saati okumayı gösteriyorlar ve yerel saat farkı olan 12 dakika farkla doğru saati bildiriyorlar. Bir diğer cihaz (yapı yada bina demeliyim belki de) güneşin dünyayla yaptığı açıyı ölçmelerine yarıyor. Geri kalanlar ise burçlar ve yükselenlerini bulmaya yönelik. Burçlara ileri derecede inanıyor ve güveniyorlar. Kimlik kartlarını yeni çıkartıyor olsalar da herkes burcunu ve yükselenini biliyor. Yükselen burcunuzun uyuşmadığı biriyle evlenmeniz pek mümkün değil. Yasal bir engel yok tabii ama toplum bunu kabul etmiyor ve evlenen çifti dışlıyor. Bu da böyle bir evliliği gerçekleştirmeyi neredeyse imkansız hale getiriyor. Bu toplumsal baskı eskiden bir konuda daha işliyormuş. Eskiden, ölen erkeğin yaşamakta olan eşinin de onunla beraber yakıldığı doğruymuş. Bunun elbette zorunlu olmadığını ama dul kadınların toplumdan dışlanmaları nedeniyle eşleri öldüğünde ölmeyi tercih ettiklerini anlatıyorlar. Bir tür zorunlu seçmeli. Kültür ve gelenekleri son derece insana dair bulduğum için yaşatılmalarını isterim, ancak söz konusu olan bu tür yaratıcılık yerine yıkıcılık içeren gelenekler olunca saygımı yitiriyorum.
Rasathaneden ayrılıp son derece güzel bir hint lokantasına yemeğe gidiyoruz. Yemeklerin çoğu sadece sebze. Bir kaç tane tavuk içeren yemek var, onları da menüde non-vegetarian grubu olarak ayırmışlar. Menünün ingilizce olmasının nedeni turistik bir lokanta olması değil. Hindistanda neredeyse herkes ingilizce biliyor. Birbirleriyle ingilizce konuşan hintlileri de birçok yerde görüyoruz. Ülkede 18 resmi dil ve 1600 lehçe var. Bu nedenle iki hintlinin aynı dili konuşmaması son derece olağan bir durum. İngilizlerin de etkisiyle ingilizce ortak dil olarak devreye girmiş.
Biz rehberimizle lisan konusunu konuşurken geleneksel giyimli garsonlar servisimizi yapıyor. Bol baharatlı yemekleri yerken arka masamdaki falcı birilerinin falına bakıyor. 2 metreye yakın boylu son derece iri yapılı, pala bıyıklı, geleneksel giyimli bir müzisyen, elindeki özgün görünüşlü, yaylı tanbur sesli enstrumanı çalarken, kendi ekseninde dönerek şirin danslar yaparak bizden bahşiş almaya çalışıyor. Başarıyor. Gülen yüzü ve cüssesiyle uyuşmayan son derece zarif hareketleriyle diğer masalara yöneliyor.