Kahvaltıyı takiben Göreme Açıkhava müzesinin yolunu tuttuk. Sabah erken gidilmesi tavsiye ediliyor çok kalabalığa kalmamak için, bu tavsiyeye uymamıza rağmen 15 kadar otobüs vardı otoparkta. Bir “audio guide” aldık. Rehberlik görevini ben üstlendim, dinlediklerimi aktardım. İlk kayıt genel bilgilendirme. Bir önceki gün Şakir bey de anlatmıştı, 12 havarinin üçü bu bölgede yaşamış, genel anlatımda da bunlar aktarılıyor.
Gezme güzergahında ilk durak Aziz Bazil Şapeli. Sesli tur cihazı “sağ tarafta Aziz Bazil’in kılıç tutan resmi, solda Meryem ve çocuk ise var, toplam 8 resim var” gibi çok büyük oranda gözünüzün önünde olanları dillendirmeye başladı. Gördüğümüz resimlerdekinin kim olduğu sağladığı tek ilave bilgi ki o da zaten tabela ile belirtilmiş durumda. Sonraki durak elmalı Kilise, sonra Azize Barbara Kilisesi sonra Yılanlı Kilise, sonra bizim gruba kiliseden bıkkınlık geldi. Zaten ortalık gayet kalabalık, sıra bekleyerek girilebiliyor kiliselere. Elimizdeki haritadan da anladık ki buralar kilise ve şapelden ibaret. Çıkma kararı aldık.
Hem bugün görmek istediklerimiz arasında en uzaktaki olduğu için, hem de sanırım özümüze dönme ihtiyacı duyduğumuz için kendimizi Hacıbektaş’a attık. İlçe merkezinde müze haline getirilmiş Hacı Bektaş’ın dergahı. 13. Yüzyılda, o geldiğinde, bu köyün 7 hane olduğu rivayet ediliyor. Hacı Bektaş Veli, burada bir ilim yuvası kurarak düşüncelerini yaymış, köyün çehresi değişmiş, ölümünde sonra da köye onun adı verilmiş.
Burada da kalabalığa yakalandık, daha girişteki çeşmede el yüz yıkamaya çalışanlar, bidon doldurmaya çalışanlar yığın halinde idi. İçeri kısımda sema gösterisinin olacağı (Alevi seması) yerde ise omuz omuza ilerleniyordu. O kalabalıkta galoş giymeye çalışmak da ayrı dert. Bizim ekipten ancak ben girmeye muvaffak olabildim, kamera ile biraz çektim. Ben de çok kalmadım, zaten dışarıdakiler içeridekilere, “biz de izleyelim biraz, çıkın artık” diye serzenişte bulunuyorlardı.
Bir gün Hacı Bektaş Veli’yi yaralamak için biri büyücek bir taş atmış. Ermiş kişi durumu fark etmiş ve arkasını dönüp taşı eliyle yakalamış. Taş, elinin izini alarak yamulmuş. Bu taşı da görme umuduyla kasaba dışındaki zulümhaneye gittik. Aslında park burası, insanlar pikniğe geliyor. Delikli taşın olduğu yere gönderiler bizi ama ortasında delik olan kaya kütlesinin bizim taş ile alakası yok. Kayanın ortasında tünel var. Bir kenardan yürüyerek girilebiliyor, kayanın ortasında bir noktada ise bir delik var çıkış olarak. İnsanlar sırada bekliyordu kayadan geçmek için, geçmek istesek rahat yarım saat beklememiz gerek.
Hayretler içerisinde memleketimden insan manzaraları seyreyledik. Kadıncağızın biri girmiş tünele, çıkış biraz da yüksekçe, tırmanılması gerek. Teyzemiz belli noktaya kadar çıktı, kalan bölüm delik için büyük geldi. Birileri zaten günahı az olan geçebilir diye anlatmış, herkes ayrı tavsiye verdi ablamıza. Sakin olursan geçersin, sakin ol, nefesini ver, şimdi hafif sallaya sallaya…
Ziyareti çok uzatmadık. Kızılırmak kıyısındaki Avanos’a geçtik. Su her kenti güzelleştiriyor, Avanos’ta da nehir kenarı gayet güzel düzenlenmiş, restoran ve kafeler yerlerini almış. Memlekete kim getirip satmayı başardı ise tebrik ediyorum, burada da gondollar var, adrenalin isteyenlere sürat motoru da var. Buralar çömlek yapımcılığı ile ünlü ama biz atölyelere burada dalmadın Ürgüp’e yöneldik.
Şehir merkezinde, Şakir beyin tavsiye ettiği lokantada muhteşem bir yemek yedikten sonra turistik vazife salmak için Asmalı Konak’ın çekildiği eve gittik. Mekan bana hiçbir şey ifade etmedi, hiçbir yeri, doğal olarak bana tanıdık değildi. Girişte para alınması dışında bir müzeleştirme durumu da yok. Vaktiyle çok zengin olan birilerinin evi. Evin çevresindeki küçük sokaklar bence çok daha görülesi.
Turasanın kaya oyma fabrikası birkaç metre ötesinde. Fabrika çalışanı bir mühendis gezdirip bilgilendirdi bizleri. Artık tüm arazilerini doldurdukları için kapasite artıramıyorlarmış, “zaten yarı sit durumu var, tuvaleti bile genişletemiyoruz” diye hayıflanıyorlar. Şarap üretiminin tüm süreçlerini, yetiştirdikleri ve kullandıkları üzüm türlerinin anlattılar. En ilginç nokta atıkların yakıt olarak kullanılabilmesi ve bu yakıtın işçilere dağıtılıyor olması. Hiçbir çalışan evine yakacak almazmış.
Birkaç yudum şarap tadımı sonrası teşekkür edip ayrıldık. Ürgüp’ten Göreme istikametine giden yolun başında, kartpostallarda yer alan ‘3 Güzeller’ peri bacaları var. Biz de birer foto molası verdik. Paşabağları’na yol alırken Göreme Açıkhava müzesinin otoparkında 40 kadar otobüs görünce, erken gelmenin faydasını anladık. Çömlek işini de ardan çıkartmak için bir tesise girdik, bizden hemen önce bir tur girmiş ve onlara sunum yapacaklarmış, takıldık peşlerine. Grup tamamen teyzelerden oluşuyor, hepsine sıcak basıyor. Başlarında da her tavrı ile cinsel tercihinin farklı olduğunu hissettiren bir adam. Özellikle hanımlardan biri o çömlek yapma aletinin başına geçip dönmekte olan hamur üzerinde maharetini göstermeye kalkınca başta rehber tüm grubun çenesi açıldı, espriler art arda patladı.
Aşırı fiyatlı çanak çömleğe çok bulaşmadan Paşabağları’na gittik. Burada yetişkin peribacaları var yani rüzgar yeri çok yediği için bunların boyu uzun ve tepeleri geniş. Burada da çok tur vardı, hem kalabalık hem gürültülü. Turların hep vadinin iki yamacına tırmanıp manzarada fotoğraf çekildiğini keşfedince vadinin ortasına doğru daldık, kısa bir yürüyüş sonrası gürültü ve kalabalık yok oldu fakat ol da çok ilerlemedi, tırmanma imkanı vermedi.
Geri dönüp bebek peribacalarının yer aldığı Dervent vadisine yöneldik. Turlar genelde kısa fotoğraf molası veriyor burada, yolda dar. Biz gittiğimizde birkaç tane otobüs vardı, trafiği kilitlemeye yetmişti. Herkesin giriş yaptığı bölümden girdik, vadinin yüksek kollarından yürüdük. Yamaçlar genelde dik olunca aşağıya da inemedik. Sonunda düzgün bir eğim bulup aşağılara da uzanabildik. Yolun aşağı kısmına varana kadar yürüdük, sonra yoldan araca döndük.
Hem Şakir bey, hem öğle yemeğinde sohbet ettiğimiz buralılar, gece Türk gecesine gidin dediler. Biz de Şakir beyden bize bir yer ayarlamasını rica ettik. Yemeni restoran Türk gecesi düzenleyen diğer mekanlar gibi kaya oyma. Ortada sahne olarak kullanılan yuvarlak bölge var. Bir kenarı buraya bağlı, arkaya doğru yükselen dikdörtgen bölümler yarı tribün, yarı yemek bölümü şeklinde düzenlenmiş. Gösteri sonunu yakaladığımız sema gösterisi ile başladı, sonra kına ile devam etti. Aslında kına bölümü oldukça başarılıydı, yüz görümlüğü, damat tıraşı gibi geleneksel öğeleri çok güzel kullanarak bir dans tiyatrosu hazırlamışlar. Fakat hiçbir açıklama yapılmadığı için yabancılar anlamıyor. Çevremizdeki yabancılara biz anlatmaya çalıştık. Masalara bırakılan mezeler berbattı, ana yemek idare eder. Sınırsız içecek var, rakı olarak da favorilerimden Çilingir. Gösteri dahil bize özel kişi başı 45 lira son derece uygundu. Şakir bey otelimize bıraktı. Birer bira ve terastan manzara ile sonlandırdık geceyi.
5 Mayıs 2013
Kahvaltı sonrası otelden ayrılıp Şoğanlı vadisine yöneldik. Turist gruplarından uzak, otobüssüz köy yollarını takip ettik, çok keyifli manzaralar gördük. Soğanlının yamaçları Ihlara gibi dik değil ama orta bölümün sonradan çöktüğü daha anlaşılır. Birkaç tane kır lokantası var, etrafta elbette kayaya oyulmuş kiliseler mevcut ama biz onlara yönelmedik. Dere kenarındaki ağaçlık, piknik yerine benzer, çok çok sevimli, aile işletmesi lokantalardan birinde çayımızı içtik. Güzel havada çokça müşteri bekler haldeki mekanda o sırada sadece biz vardık. Tüm günü ayırabilecek olsak vadide yürüyüş yapıp sonrasında dere kenarında yemek yemek keyifli olurdu.
Bizim niyetimiz önceki gün öğlen yemeğinde bize önerilen Tekir yaylasına gidip orada yemekti. Erciyes’in arkasına dolanarak vardığımız Tekir yaylası kayak merkezlerinin başladığı yermiş. Artık telesiyejler çimler üzerinde gidip geliyordu. Etrafta buz kütleleri, oteller ve piknik için hazırlanmış platformlar vardı. Gözümüze çarpan bir restoran olmayınca Kayseri’ye devam ettik. Kaşık-la restoranda nefis bir yemek yedik. Gerek kaşık-la gerek başka yerlerden mantı, pastırma, sucuk gibi alınması gerekenleri alıp havalimanının yolunu tuttuk.