GENEL İZLENİMLER
Öncelikle, Moskova’da soğuktan değil de sıcaktan şikayet edeceğimiz hiç aklımıza gelmezdi. Kaldığımız dört gün boyunca, 37-38 derece güneş altında gezdik, gölgelere sığındık, havuz fıskiyelerine kafamızı soktuk, sürekli su tükettik, olmadı dondurma aldık, gittiğimiz Türk lokantasında sürahilerle ayran içtik. Terden yapış yapış olduk ama İngiltere’den geldiğimiz için şikayet etmedik, hatta tişört ve şort giyme fırsatı yakaladığımız için sevindik.
Ülkeye adım attığımız andan itibaren cahil cühela konumuna düştük. Havaalanı dışında neredeyse hiçbir yerde İngilizce ya da Latin alfabesi kullanılmıyordu ve bu Kiril alfabesiyle ilk sınavımızdı. Gerçi İhsan, anlamını çözemese de yazıları okuyabiliyordu, bana da biraz öğretti ama, sözcükleri hecelerken kendimizi okumayı sökmeye çalışan ilkokul 1. sınıf öğrencileri gibi hissettik. Neyse ki, orada yaşayan ve bize ev sahipliği yapan eniştemiz Sami yanımızdaydı da, dil sorunumuz olmadı.
Ruslar, zaten bilindiği üzere genetik olarak güzel bir ırk. Üstüne bir de oldukça bakımlılar, özellikle bayanlar, sanki bir partiye ya da eğlenceye gidermiş gibi giyiniyorlar sürekli. Spor kıyafet giyeni az.
Çok okuduklarını duymuştuk, gözümüzle de gördük. Metroda ister oturuyor olsunlar, ister ayakta, mutlaka birşeyler okuyorlar. Kağıttan okuyan azalmış, yerini tabletler almış ama gördüğümüz kadarı ile, cep telefonlarını mesajlaşmak ya da oyun oynamak yerine okuma aracı olarak kullanıyorlar.
Metro demişken, hayatımızda gördüğümüz en işlek metrolardan biriydi. Günde 7 milyon insan taşıyormuş (Londra ile New York metrolarının toplamından fazla). Dakikada bir yeni tren gelmesine rağmen, günün hangi saati olursa olsun, oturacak yer bulmak imkansız gibi. Duraklar tam bir insan seli, yeni gelenlerle çıkmaya çalışanları ayırmak için bariyerler kullanıyorlar. Yürüyen merdivenlere erişmek için uzun kuyruklar oluşuyor. O hengamede durup çevreye bakabilirseniz görüyorsunuz ki, her durak ayrı bir sanat eseri. Tavanlar mozaiklerle kaplı, duvarlar heykellerle… Sanki bir müzedesiniz.
“Sanat sanat için mi, halk için mi?” tartışmasına Moskova’da yeni bir boyut ekledik ve farklı bir yanıt bulduk: Sanat devlet için! Gördüğümüz bütün anıtlar devasa ölçülerdeydi ve hepsi de Rus devletinin ihtişamını, büyüklüğünü, yenilmezliğini göstermek için yapılmış gibiydi. Bütün meydanlarda hoparlör sistemi vardı ve sürekli Rusça duyurular oluyordu. Kendimizi adeta Kafka romanlarının sayfalarında, hiç bitmeyen bir propagandanın içinde hissettik.
Rus yemekleri ile ilgili bir deneyimimiz olmadı, mutfaklarının pek ahım şahım olmadığını öğrendik ve özlemini çektiğimiz Türk yemeklerine yöneldik. Sami bizi Türkiye’yi aratmayacak kadar güzel restoranlara götürdü, hem ev yemeklerine hem de kebaplara olan hasretimizi giderdik. Rus birası ve oraya kadar gitmişken Rus votkası (Beluga marka) tattık, güzeldi.
Moskova çok büyük bir şehir, elbet gezemediğimiz yerler kalmıştır. Biz dört günde en ünlü yerlerine gittik. Belli başlı müzeleri de gezilecek olursa rahatlıkla bir hafta kalınabilir.