Kenya’da Safari 3 – Hayvanlarla Başbaşa
02 Kasım Çarşamba
Safaride Av Vakti
Yine saat 05:30’da, sıcak kahve ve kurabiye servisi ile uyandırıldık. 06:15’te safari arabamıza binerek yola çıktık. Az sonra, ağzı ve patileri kanlı bir kaplan ile karşılaştık. Bu, onların av yaptıklarının işareti imiş. Kısa bir arama sonrasında büyük bir düzlüğün ortasında bir aslanın, avlamış oldukları bir öküz başlı antilobu yemekte olduğunu, 3 dişinin ve bir yavrunun da çevresinde beklemekte olduğunu gördük. Bu çemberin daha dışında da, onlarca sırtlan, sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Safari rehberlerinin birbirlerini haberdar etmeleri sonucunda, kısa süre içerisinde bu manzarayı seyretmek üzere gelen safari aracı sayısı 15’e ulaştı. Az sonra ikinci bir aslan da bu gruba katılarak beslenmeye başladı. Bir süre sonra kaplanlar ve yavru olay yerinden uzaklaşıp gittiler. Arkadan aslanların birisi de gitti ama diğeri beslenmeye devam ettikçe sırtlanlar yerlerinden kıpırdamadılar. Nihayet sonuncu aslan da gitmeye başlayınca, sırtlanlar ona yol vererek saygı gösterdiler; hatta aslan bir ara geri dönüp baktığında, sanki saygı duruşuna geçtiler. Böylece aslanın krallığı bir kez daha kanıtlanmış oldu. Aslan gözden kaybolduğunda, sırtlanlar yoğun şekilde kalan et ve kemiklere saldırdılar. Ortalık tam bir keşmekeş oldu. En harbisinden Kenya’da safari.
Otelimize dönüp kahvaltımızı yaptıktan sonra eşyalarımızı topladık ve bizi almaya gelen aracımız ve rehber-şoförümüz Alex ile birlikte saat 10:30’da dönüş yoluna çıktık. Saat 15:00 civarı Nairobi’ye, Selman’lara ulaştık. Hafif bir şeyler yedikten sonra, yağmakta olan yağmura rağmen, eşim ve müstakbel kızımız, sitenin bekçisinin önderliğinde, el işi eşyaların satıldığı yakındaki bir okula gittiler. Yağmur dindikten sonra ise Orhan’la ben de civardaki bir alışveriş merkezine giderek dolaştık ve akşam için bazı ihtiyaçları aldık. Akşam evde bir deniz mahsulleri menüsü vardı: kalamar, karides, avokado sosu, balık, patates salatası ve tabii ki enfes Güney Afrika şarabı.
03 Kasım 2005 Perşembe
Sabah kahvaltı sonrasında Reyhan işe giderken bizi arabası ile müzenin önünde bıraktı. Ancak, taşınma ve tadilat nedeniyle müze o gün kapalı imiş, gezemedik. Oradan bir taksiye binerek şehir merkezine gittik. Bir süre sokaklarda gezinip biraz da hediyelik eşya aldıktan sonra başka bir taksi ile, Selman’ların evinin yakınındaki alışveriş merkezine geldik. Orada da arzuladığımız diğer alışverişleri yaptıktan sonra eve dönüp yemek yedik. Yemek sonrası eşim ve kızımız yine kendilerini sokağa attılar.
Akşamüzeri evde bir araya gelip aperatiflerimizi aldıktan sonra, saat 20:00’de, akşam yemeği için Carnivore isimli lokantaya gittik. Av etleri ile ünlü olduğunu internetten öğrenmiş olduğumuz bu lokantada, sabit bir ücret karşılığında, yiyebildiğiniz kadar, 17 çeşit etten yiyorsunuz. Bunlardan 3 tanesi ‘egzotik et’ olarak isimlendirilen timsah, deve ve devekuşu etleriydi. Sürekli olarak değişik tipte büyük parça etleri, şişlere takılı olarak masanıza getiriyorlar ve istiyorsanız bir miktar tabağınıza kesiyorlar. Böylece, siz ‘tamam’ deyinceye kadar servis devam ediyor. Mekan çok büyük ve kalabalıktı. Bitişikte bir de diskoları vardı. Ama etlerden çok memnun kaldığımızı söyleyemeyeceğiz.
04 Kasım 2005 Cuma
Konuklar Hapis Hayvanlar Serbest (The Ark)
Sabah kahvaltı sonrasında Selman direksiyona geçti ve saat 09:00’da yola koyulduk. Aberdare Country Club’daki öğle yemeğine yetişmek üzere, keyifli bir yolculuk yaptık. Bu tesis, çok büyük bir arazi üzerinde kurulu, bahçesinde değişik kuşların ötesinde sincaplar, domuzlar, yavruları ve daha uzakta zürafaların dolaştığı bir mekan. Bitki örtüsü çok güzel; begonvillerin renklerine doyum olmuyor. Zengin bir açık büfeden öğle yemeğimizi yiyip, kahvelerimizi içtikten sonra saat 14:30’da, Selman’ları Aberdare’de bırakarak, biz yine aynı zincire bağlı olan ve yaklaşık 1 saatlik mesafede, orman içerisinde izole bir otel olan The Ark isimli otele doğru hareket ettik.
Oteli şekil olarak Nuh’un gemisine benzetmişler, ağırlıklı olarak ahşap malzemeden inşa edilmiş, çevresi ile gayet uyumlu bir mekan. Araçlar bizleri bir düzlükte bıraktıktan sonra, ormanlık arazide ahşaptan yapılmış uzunca bir köprü üzerinden yürüyerek otele varılıyor. El çantalarımız daha sonra araçlardan odalarımıza getirildi. Otele bavul gibi büyük eşya kabul etmiyorlar, sadece el çantası götürülebiliyor. Müşteriler otele girdikten sonra kapılar kapatılıyor; dışarı çıkış yasak. Otelin önünde bir doğal gölet var. Bu göletin yanındaki toprak da tuzlu imiş. Dolayısı ile, hayvanlar buraya yoğun olarak su içmeye ve tuz yalamaya geliyorlarmış. Otelin gölete bakan tarafında, her katta, seyir terasları var. Otel çevresi gece de ışıklandırıldığı için, 24 saat boyunca gelen hayvanları seyretmek mümkün oluyor.
Geceleri sürekli gözcü var, ilginç bir hayvan geldiğinde, her odada bulunan ve hayvan cinsine göre farklı sayıda çalan zili çalarak uyuyanları ikaz ediyor (tek çalış fil, iki sefer gergedan, üç sefer leopar ve dört sefer çalan zil sıradışı olay anlamına geliyor). Baktığımız sürede fil, buffalo, geyik, sırtlan, yaban domuzu ve değişik su kuşlarını seyrettik. Saat 16:00’daki çay saati sonrasında, saat 17:00’de kuş beslemek için otele girerken kullandığımız köprüye çıktık. Görevliler, köprünün yanı başında asılı olan bir tablanın üzerine yiyecek koydular ve çok değişik türden yüzlerce kuş, bizlerden kendilerine zarar gelmeyeceğinden emin olarak, yemlenmeye geldiler. Yemek yiyip yattıktan sonra gece saat 03:00 civarı odamızdaki gergedan zili çaldı. Hemen pijamalarımızın üstüne birer ceket alıp terasa fırladık. Gelen siyah gergedan idi. Bunlar çok yırtıcı olurlarmış. Kafasında hemen hemen birbiri ile aynı uzunlukta 2 boynuz vardı. Gece boyunca ışığa gelen çok miktardaki böcek ve kelebekler, ertesi sabah kuşlar için iyi bir ziyafet oluyordu.