Avustralya – Yeni Zelanda; Auckland
Hobit filminde köyde geçen sahnelere ev sahipliği yapan stüdyo, Hobiton adıyla meraklılara hizmet veriyor. Yollarda gördüğümüz manzaralar o kadar filmi çağrıştırıyor ki, önümüze gelen tepeye bir pencere açsanız hobit evi olacak zaten, mekana gitmeye gerek görmedik. Doğruca Auckland’e yöneldik. Yollar ana yol gibi değil. Asfalt son derece düzgün tabelalar son derece düzgün ancak bizim GPS’in verdiği yolu takip edince sürekli bir yerlerden sağa sola sapmamız gerekti ve bir çok kasabanın içerisinden geçtik. Sanki köy yolunda gider gibi.
Otopark ücretleri son derece yüksek buralarda, özellikle şehir merkezine araçla gelinmemesi teşvik ediliyor. Ancak biz gene de arabayla indik vakit kazanmak için, çok da pahalı olmayan bir otopark da bulduk. (25NZD) Ve hemen liman tarafına yöneldik. Denizin rengi o kadar güzel ki, hava çok sıcak olmasa da insan suya atlamak istiyor. Liman olmasına rağmen, derin olmasına rağmen turkuaz ve tertemiz.
Güzel şehir insanı hemen etkiliyor. Yatların, yelkenlilerin olduğu limanı geçip Viaduct adıyla anılan ticari limanı yöneldik. Burada tam bir değişim uygulamışlar ve sanat ve hayat merkezine dönüştürmüşler. Bölgenin asıl adı “Wynyard Quarter”, hala bir miktarı petrol ve sıvı kimyasal depoları olarak kullanılıyor. Viaduct aslında bir etkinlik merkezi, tek bir bina, biz içerisine bile girmedik. Çevresi sanat merkezi gibi kullanılıyor. Çok güzel bir fotoğraf sergisi vardı biz gittiğimizde, konteynerler içlerine yayılmış.
Önemli bir bölümü restoranlara ayırmışlar, denize bakan kafe ve restoranlar yanyana dizilmiş. Öğleden sonra saatlerinde çok hareketli olmasa da gece hareketleneceği gayet belirgindi. Bir de balık marketi var. Çeşitlilik son derece bol, hem çiğ hem pişmiş alım yapabiliyorsunuz. Özellikle tütsülenmiş yılan balıkları çok ilginç görünüyorlardı.
Limandan içeriye yöneldik. Auckland 2 milyona yakın nüfusu ile ülkenin neredeyse yarısını barındırıyor ancak kentin yüz ölçümü İstanbul’dan biraz daha fazla, yani son derece yayılmış durumda. Şehir merkezi gökdelenlerle dolu olsa da oldukça ufak bir alan. Temel olarak Queen caddesi ve onu kesen ve paralelindeki bir kaç caddeden oluşuyor. Biz de buraları gezdik. Ünlü markaların dükkanları, belediye binası, kütüphane, gösteri merkezi gibi yerlere selamladık.
Akşamüzeri limandan vapura binip Devonport bölgesine geçtik. Az katlı binalardan oluşan çok sevimli kasaba mesire yeri. Şehirden 20 dakikada bambaşka bir ortama ulaşıyorsunuz. Sevimli bir sahili de var, yaz aylarında yoğun ilgi gördüğünü tahmin ettiğimiz. Burnun arka tarafında daha geniş bir plaj daha varmış. Bölgeyi tanımak için çok da güzel yürüyüş parkurları çıkarmışlar ancak biz vardığımızda akşam üzeriydi ve kasaba ölü durumdaydı. Burada yapılabilecek etkinliklerden bazıları, Victoria tepesine tırmanıp manzaraya bakmak, Kuzey uca gidip buradaki askeri tünelleri görmek ve Yeni Zelanda donanma müzesini gezmek.
Saat 5 gibi hayat genelde ciddi şekilde yavaşlıyor, normalde pek hareketi olmayan Devonport doğal olarak neredeyse tamamen kapanıyor. Biz belki manzaralı bir kafede birşeyler içeriz diye düşünüyorduk ama ancak dükkanların kapanmalarına tanık olduk. Tekrar geri dönüş için vapur iskelesine yöneldiğimizde ise yelkenler ortaya çıkmıştı. İnsanlar işlerinden çıkınca vakitlerini hobilerine ayırabiliyorlar.
Bu arada belirtmeliyim, hayatım boyunca görmediğim kadar çok sayıda çıplak ayaklı insanı Yeni Zelanda’da gördüm. Bizde hep ayağını sıcak tutacaksın denir, bunlar öyle yapmıyor, çocuklar bile çıplak ayak ya da açık ayakkabı, terlikle dolaşıyorlar. Üzerinde kocaman mont olan parmak arası terlikli insanlar buralar için şaşırtıcı bir manzara değil.
Şehir merkezine dönünce liman bölgesindeki restoranların oraya gitmek üzere yollandık ancak yol üzerinde hareketli bir mekan dikkatimizi çekti. Gençler doldurmuş mekanı ve dünyanın her yerinden oldukları belli. Bol Erasmus öğrencisini olduğu eğlenceli bar son durağımız oldu, bir şeyler atıştırıp, biralarımızı içip havalimanındaki otelimize döndük. Sabah uçağı için 5’te kalkmamız gerekiyor.
Gerçekten çok güzel gözüküyor şehir gitmiş kadar oldum sağolun 🙂 bu arada birşey sormak istiyorum üniversite için bu ülkeyi veya avustralyayı düşünüyorum sizin tecrübelerinze göre hangi ülke veya şehir yaşamak için daha güzel havası olsun yapılacak aktiveteler ve keyifli zaman geçirmek için siz hangi ülkeyi tercih ederdiniz ?
Selamlar,
Bizim anladığımız kadarıyla Yeni Zelanda üniversiteleri daha kaliteli, ülkenin tüm üniversiteleri memleketimizden sadece ODTU’nün girdiği tüm listelere giriyor. Ancak hem iklimin daha zorlayıcı olması hem de nüfusun daha seyrek olması nedeniyle alışmak daha zorlayıcı olacaktır.
Kuzeye çıktıkça iklim ılımanlaşıyor, Yeni Zelanda’da en yaşanası yer Auckland, haritaya bakarsanız Sydney kentinin daha da yaşanası olduğunu görebilirsiniz. Seyahat esnasında üniversite öğrencilerinin anılarını da okuduk, büyük kentler bile Türkiye’ye göre çok yavaş, nüfus seyrek, çalışma saatleri kısa. Her giden ciddi bir hobi edinmiş (yelken gibi) okuduğumuz kadarıyla. Orada sohbet ettiğimiz Türkler’den Ayhan’ın hikayesi fikir verebilir, bu yazıya bir göz atmanızı öneririz. http://www.gezmekguzel.com/avustralya-yeni-zelanda-rotorua/
saygılar
Tekrardan merhabalar öncelikle verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim öyle gözüküyorki oralara alışmak zor gibi duruyor fakat sizinde dediğiniz gibi üniversiteleri çok kaliteli ve doğası olsun havası olsun insanların birbirine çok sıcak davranmaları stressiz bir hayat görünce baya bir içim ısındı fakat hala kafamda azda olsa soru işaretleri var bambaşka bir hayata adepte olmak zor olucaktır sizinde dediğiniz gibi. Sıkılırmıyım oralarda acaba diye düşünmüyor değilim. Arada kaldım galiba en iyisi gitmeden önce 1 hafta civarı iki ülkeyide ziyaret etmek özellikle Auckland ile Sydney tarafını tekrardan teşekkür ederim yazılarınız için.
Umut bey, elbette ziyaret etmek fikir verecektir ama unutmayın uzun süreli kalma durumunda mekanların etkisi farklı oluyor.
Örneğin Melbourne
http://www.gezmekguzel.com/category/mekana/avustralya/melbourne/
bizi pek tatmin etmedi, biraz da değişken hava koşulları nedeniyle. Sydney’e ise bayıldık. Ancak seyahat öncesi ve esnasında konuştuğumuz, uzun zamanlarını buralarda geçirmiş kişiler Melbourne’ün yaşamak için çok daha iyi bir kent olduğu konusunda hemfikirdi. Kısa sürede anlaşılmaz ama Melbourne çok daha keyiflidir dediler.