13/11/2011
Küba’dan ayrılıyoruz sabahın gün ağarmamış saatinde. Check-in işlemlerimizin 40 dakika sürmesine inanamıyoruz (bir haftalık tecrübelerimize rağmen), feci yavaşlar ve bizim bağımsız alınan biletlerimiz üzerinden bavulları bağlayabilmeleri mucize gibi bir durum oluyor. Uçakta beklerken “merhaba ben pilotunuz” diye başlayan bir anons duyuyoruz ancak anonsu yapan kişi ön koltukların orada duruyor. “Evet cockpit’te bulunmam gerekiyor ama gördüğünüz gibi buradayım” diyor. Küba’ya ekip olarak ilk uçuşlarıymış, yöneticileri onları uçakta hiç birşey bırakmamaları konusunda uyarmış ancak buna tuvalet kağıdının da dahil olabileceğini düşünememişler. Küba havalimanı görevlileri uçakta ne buldularsa aldıkları için şimdi uçağa tuvalet kağıdı temin edene kadar beklemek durumundaymışız. Bu enteresan rötar duyurusuyla hepimizin kahkahaları arasında özür diliyorlar.
Toronto’ya yarım saat kadar gecikmeyle varıyoruz, seri hareketlerle havalimanından çıkmaya çalışırken eşimle benim kaderim Küba’ya gidişimizdeki gibi oluyor ve kendimizi göçmenlik bürosunda buluyoruz. “What happened in 1994” sorusuna Havana gezilecek yerler yazımızda bahsettiğimiz olay olmasa hayatta cevap veremezdik, kısa vakit kaybıyla atlatıyoruz süreci. Herhalde Kanada’ya hayatım boyunca her gidişimde bu soruyla karşılaşacağım.
Zeynep, Elgin ve biz hemen bir taksiye doluşup şehir merkezine yollanıyoruz günübürlik Toronto turu için. Uçak’ta Elgin’in yanında oturan bayan güzel bir plan çizmiş, o güzergahın başlangıç noktası olan Agusta caddesine yöneliyoruz. Zeynep ve elgin elimizdeki haritada reklamını gördükleri tur otobüsü firması ile haberleşiyor ve tura katılmaya karar veriyorlar. Biz Toronto’yu yürüyerek ve toplu taşıma ile gezmeyi tercih ettiğimiz için taksiden inince ayrılıyoruz birbirimizden. Hava kuru ve pek soğuk sayılmaz, günübirlik Toronto gezisi için şahane. Birçok dükkanın olduğu sokaklarda dolaşıp hemen bitişiğindeki (hatta kapsar küme durumundaki) Çin mahallesinde de kısa bir tur atıyoruz, burada dükkanların kapalılık oranı yükseliyor.
Toronto’nun göl kenarını görmek istiyoruz. Bu bölgede büyük göller var, Toronto görece küçük bir tanesini kıyısında, yaklaşık olarak Marmara denizinin üç katı. (Niagara şelalesi bu gölü bir diğerine bağlayan nehrin üzerinde) Tramvaya atlayıp bilet konusunu soruyoruz, sıcak kanlı sürücü hemen karşıdaki 7/11’dan 2 kişilik çoklu biniş kartını ucuza alabileceğimizi söylüyor. Dediğini yapıp bir sonraki araçla göl kenarına inip yürümeye başlıyoruz. Pazar günü olduğu için ortalık oldukça sakin, kıyının hemen karşısında Toronto adaları dedikleri adalar var, birinin üzerinde havalimanı da olan. Tekneyle bu keyif mekanına geçmek mümkün fakat tramvayda sohbet ettiğimiz insanlar oraya uzunca vakit ayırmak gerekliliğinden bahsetmişlerdi, hiç bulaşmıyoruz. Kıyı boyu keyifli bir yürüyüş yapıyoruz. Şık bir mimari ile bezenmiş alışveriş ve kültür merkezleri var ama Pazar olması nedeniyle hiç hareket yok. Kıyıdan az içeride, 20-25 katlı gökdelen apartmanların olması bizi şaşırtıyor. Chicago’da da buna benzer manzaralar olduğunu hatırlayıp göller bölgesi şehirlerinin özelliği herhalde diye düşünüyorum. Mesela San Francisco’da böyle bir durum yoktu (çok da güzeldi).
Tekrar şehrin içerisine doğru yöneliyor ve metroyla King St’e gidiyoruz (metroda sohbet ettiğimiz Kanadalı öyle önerdiği için). Banka merkezlerinin ortasından geçen caddede şık restoranlar ve tiyatro binaları bolca var, fakat çok hareketli değil buralar da. Spadina caddesine yaklaştıkça hareket artıyor. Gördüğümüz birkaç markete girip çıkmayı da ihmal etmiyoruz. Buralarda Shawarma (çevirme) adıyla nam salmış dönerimiz. Neredeyse pizzacı gördüğümüz kadar dönerci de görüyoruz.
Queen caddesi üzerinde de biraz dolandıktan sonra tramvayla Yonge caddesine gidiyoruz. Bu sokağın Kanada’yı neredeyse bir uçtan diğerine geçtiğini ve 1896km’lik uzunluğu ile dünyanın en uzun caddesi olarak kabul edildiğini belirteyim. Caddeden yukarı doğru Dundes meydanına yürüyoruz. Burası Toronto’nun Times Meydanı gibi heryer ışıl ışıl ve şehir şimdiden noele hazırlanmaya başlamış. Biraz meydanda dolandıktan sonra, öğlen yemek yemediğimiz için kurt gibi aç olarak Zeynep ve Elgin’le önünde buluşacağımız Hard Rock Cafe’ye dalıyoruz. Biralarımızı içip Amerikan usulü yemeklerimizi yedikten sonra tam hesap öderken buluşma gerçekleşiyor ve yoğun trafik neticesinde havalimanına varıyoruz. Günübirlik Toronto gezimiz bitiyor.
Dönüşümüz de olaysız olmuyor elbette. Öncelikle uçakta adeta çocuk parkının ortasına düşüyoruz. Çoğunluğu problem değil neyse ki ama bir tanesi, özellikle de annesi ciddi sıkıntı yaratıyor. Çocuğun evlatlık olduğunu düşünmemize kadar giden bir ilgisizlik söz konusu. Çocuk ağladıkça, kucağa almak, önündeki ekrandan bir çocuk kanalı açmak, eline bir oyuncak vermek, konuşmak gibi yöntemler yerine ‘uçakta ağlamak yasak değil, ağla oğlum’ demeyi tercih ediyor. Allah kimseyi böyle bir kadınla yolculuk yapmak zorunda bırakmasın.
Münih’e yaklaşırken ne yazık ki Zürih’e inme zorunluluğu olabileceği anonsla duyuruluyor. Neden Almanya’da başka şehir değil diye düşünürken gökyüzünde bolca tur attıktan sonra Münih’e ineceğimiz duyuruluyor. Bulutların arasında alçalırken daha hiç birşey görmeden tekerleklerin yere değdiğini hissediyoruz. Hayatım boyunca gördüğüm en yoğun siste, ben kanadın ucunu bile göremezken sağlıklı ve konforlu bir iniş sağlayan pilotumuzu tekrar saygıyla anıyorum. İzmir uçuşumuz da az rötarlı, doluşuyoruz uçağa, uçakta beklerken üzücü anons geliyor; “tüm havalimanı yer ekibi, sendika kararıyla, bilmediğimiz bir nedenle işi bırakıp gitti, keşke sizleri uçağa almadan olsaydı bu durum.” Yorgunluğun da etkisiyle gülüyoruz ağlanacak halimize. Yarım saat kadar sonra tek kişinin yer işlerini yapmak için geldiği duyuruluyor. Bavulların doldurulması, uçağa bağlı merdiven gibi araçların çekilmesi gibi işlerinin tamamını yapıyor bir saate yakın sürede. Sonrasında kalkış yapabiliyoruz. İndikten sonra öğreniyoruz ki otobüs ile ulaştığımız uçağa son otobüs de bu iş bırakma nedeniyle gelememiş, bazı yolcular bu tuhaf sebepten uçağı kaçırmışlar. 14 Kasım’ın akşam saatlerinde evimize varabiliyoruz.
Kasım 2011
Merhaba
Yazınızın başında Kanada’ya girişte “What happened in 1994” sorusuna geliş yolundaki tecrübemiz olmasa hayatta cevap veremezdik yazıyor. Süreç hakkında daha detaylı bilgi verebilir misiniz? Neden bu soruyu sordular? Siz ne cevap verdiniz?
Selamlar Metin bey,
Çok haklı bir soru sormuşsunuz, metini tek seferde yazıp parça parça yayımlayınca böyle bir anlamsız durum ortaya çıkmış.
http://www.gezmekguzel.com/guzel-kalpli-insanlarin-ulkesi-kuba-1/
Hikaye bu yazının 3. paragrafında 🙂