Petra antik kenti, Ürdün seyahatimizin benim için en heyecan verisi durağıydı. Tüm detayları ile, özenerek anlatmaya çalıştım, hem gündüz hem de gece ziyaret ettiğimiz Petra antik kentini.
10/11/2014
Mutlaka görmem gereken yerlerin başlarında yer alan, dünyanın yeni yedi harikasından biri olan Petra’ya doğru, kahvaltı sonrası, planlanandan biraz geç yola koyulduk. Akabe ayrı bir eyalet olduğu için sınır kontrolünden geçtik ama kimse bizlerin pasaportuna bile bakmadı, sürücü, aracın evrak işini yaptı o kadar. Kısa da bir alışveriş molası sonrası, çorak araziyi aşıp 820 metreye tırmanarak Petra’ya vardık. Antik kentin yanında bir kasaba var elbette, bunca turiste bolca da otel.
Petra’ya Akabe’den öğlene kadar dolmuş varmış, 1 saat 45 dakika süren yolculuk 2 dinar tutuyormuş. Özellikle 4 kişi iseniz taksi seçeneğini değerlendirmenizi öneririm, Akabe’den gidiş dönüş 100 dolara taksi bulunabiliyormuş. Siz Petrayı gezerken taksici dönüş için size bekliyor yani. Petra antik kenti giriş ücretinin Ürdünlülere 1, turistlere 50 dinar olduğunu hatırlatayım. Bu yüksek fiyat politikasının turizmi baltalayacağı söylense de Tanzanya ve Kenya tecrübelerimiz bize olayın pek öyle olmadığını gösteriyor. Safari alanlarına giriş ücretlerini ciddi yüksek tutsalar da insanlar gitmeye devam ediyor, çünkü bunlar çok özel tecrübeler.
Petra’ya giriş ve Petra Antik Kenti içerisinde ulaşım
Otele bile uğramadan doğruca Petra antik kentine gittik. Şık bir giriş bölgesi var, hem tanıtım için bir tesis var, hem de bolca hediyelik eşya satan dükkan. Girmeden tuvalet ihtiyacınızı giderin, antik kentin içerisinde yok. Bilet kontrolü sonrası atlı adamlar ve faytoncular biraz ısrarcı tavırlarla yanınıza geliyorlar. Dimdik kayalar arasındaki derin vadiye girmeden önce yaklaşık 800 metrelik bir bölüm görece açıklık alanda ve görsel olarak da pek etkileyici değil. Atla bu bölgeyi çok çabuk şekilde aşmanız mümkün, atlar oradan öteye geçmiyor, dik kayaların arasındaki yola giremiyor. Sonrasında da 1,2 kilometrelik büyüleyici vadi var “Treasury” yani hazine binasına kadar (gerçi hazine değilmiş ya). Eğer faytonla anlaşırsanız oraya kadar götürüyor ve geri getiriyor, bahşişi ile 30 dinar tutarmış. Biz tercih etmedik ama konfor ihtiyacı fazla olanlar kesinlikle bunu tercih etmeli. Antik kentin ana bölümü hazine binasından sonra başlıyor, eğer Petra’nın tamamını gezmeye niyetliyseniz, faytoncunun dönüş için sizi saatlerce hazinenin orada beklemeyeceğini hesaba katın.
Kısaca tarihinden bahsedeyim. Petra’yı Nebatiler kurmuşlar. Nebatiler Arap yarımadasının kuzey batısında yaşayan göçebe bir kavimmiş. Petra kentini kurdukları Wadi Musa’ya MÖ. 4. yüzyılda gelmişler, güvenli buldukları bu bölgede yerleşik düzene geçmişler. Ticaret yaparak zenginleşmişler, onlar zenginleştikçe Petra daha büyük bir ticaret merkezine bir kervan kentine dönüşmüş. İşlenebilir, yumuşak kızıl kayaları oyarak, özellikle kente su getirme ve su baskınlarından korunma konusunda ileri bir noktaya ulaşmışlar.
“The Siq”
Giriş kapısından 8 yüz metre kadar ileride dar vadinin içerisine girdik. Kayalar güneşin açısına göre renk değiştiriyor adeta, kırmızı, turuncu, sarı. Genişliği 5-6 metrelere kadar düşen, yüksekliği 150 metreyi aşabilen vadinin her iki kenarında su kanalları var. Sol taraftaki açık kanal, hayvanlar yalak olarak kullanabilsinler diye, sağ tarafta ise kapalı kanal var, insanlara suyu temiz olarak ulaştırması için. Suyu kontrol altında tutabilmek için yer yer barajlar da yapmışlar, hem su baskınından korunmuşlar, hem de o suyu kullanılır kılmışlar. Kentin gelişmesindeki en önemli etmenlerden biri de bu.
Vadini yolu, en başta toprak, sonra belli ki bir müdahale görmüş iyice düzleşiyor beton kıvamında çok rahat yürünür hal alıyor. ‘The Siq’ adı verilen bu yol ilerleyen bölümünde taş kaplı hal alıyor, Hazine (El Hazne)’ye yaklaşınca yumuşak kuma dönüşüyor. Elbette şehrin başlangıcı kabul edilen hazine binasına varmadan, bu vadi içerisinde de yapılar, heykeller, tapınaklar var. “Dushrara” adı verilen tanrıya inanıyorlarmış, unun için kurban kesiyorlarmış, kelime anlamı olarak dağların efendisi, babası demekmiş.
“Treasuary”
Önünde herkesin fotoğraflanmak istediği ‘Hazine’ aslında hazine değilmiş, ilk bulunduğunda, belki biraz da umutla o isim verilmiş. 2003 yılında yapılan kazı çalışmasında kayaya oyma bu yapının altında mezar bulunmuş, buna göre buranın bu mezara bağlı tapınak olduğu düşünülüyor artık.
Yapı 39 metre yükseklikte ve 25 metre genişlikte, artık içerisine girişe izin verilmiyor, insanlar zarar verdikleri için. Yıllarca kızıl kayalar oyularak Roma mimarisinden etkilendikleri bu zarif binayı ortaya çıkarmış Nebatiler.
Antik Petra Kenti
Antik kentin içlerine doğru ilerledikçe kayalardaki oyuk sayısı artıyor elbette. Bu oyukların kimi mezar kimi ev olarak kullanılmış. Bazılarının içerisine girdik çıktık, bunların birinde 2000 yıllık antik kente Türkçe yazı yazılmış olduğunu görmek beni üzdü. Buraya gelecek refah seviyesine sahip, gidilecek onlarca yer arasından burayı tercih edecek kadar ilgili ama hala zarar verici zihniyete sahip cahillerden olunabiliyormuş.
Hazineyi geçtikten sonra alan süratle genişliyor ve Petra antik kentinin çoğunu güneş altında gezmek gerekiyor. Mezar cepheleri ve amfi tiyatro dikkat çekiyor. Sanıyorum biraz Petra’ya planlanandan geç varabildiğimiz için biraz da yorgunluktan o mezarlara tırmanmadık. Petra’da görülmesi gereken yerlerden ‘Dünya’nın Sonu’ adı verilen El-Deir Manastırına gitmedik. Bir dahaki gelişimde antik kentin en büyük yapısını görmek için o 800 basamağı tırmanacak vakit ve enerjiyi ayırmaya çalışacağım.
Kentte 800’den fazla anıt mezar olduğu belirtiliyor ama rakamlar konusunda şüpheciyim çünkü amfi tiyatronun da 7000 kişi kapasitesi olduğu söyleniyor ama kiminin 5000 kişilik olduğunu söylediği Efes antik kentindeki amfi tiyatrodan büyük gözükmüyor.
Modern Petra Turu
Güzel bir organizasyonla, özel izin alarak bizim aracı normalde giriş izni olmayan, şehrin diğer ucuna getirttiler. Normalde Petra’yı gezince ana giriş kapısına geri dönmek gerekiyor, bu konuda yardımcı deve ve katır kiralayanlar var. Ayrıca bu insanların uygun bahşiş karşılığında Petra’ya sizi kaçak yoldan sokabilecekleri de belirtiliyor. Biz o kaçak yolu araçla otelimize ulaşmak için kullandık.
Otelde geç bir öğle yemeği ve biraz dinlenme sonrası akşamüzeri gün batımını izlemek ve ufak bir tur atmak üzere ayrıldık. Oldukça dik bir yamaçta yer alıyor modern kent, bu nedenle yürüyerek gezmek pek mümkün değil. Çok da görülecek bir şey yok açıkçası ama önemli bir efsaneye dayalı Musa taşı var.
Kur’an-ı Kerim’de “Musa kavmi için su istemişti de biz ona: Değneğinle taşa vur! Demiştik. Derhal on iki kaynak fışkırdı. Her bölük, içeceği kaynağı bildi.” diye yazar. Efsaneye göre o kaynaklardan biri Petra’dadır. Buraya kadar gelmişken kayanın altından kaynayan suyu görmeden, o sudan içmeden dönmek olmaz.
Bu taş dışında modern Petra hediyelik eşya dükkanları, restoranlar ve otellerden mürekkep. Öğrendik ki içki satışı sadece bazı restoran ve otellerde varmış yani kabaca pek market dahi yok. Buraya Petra antik kenti için gelmek gerekiyor. Biz de otelde akşam yemeği sonrası tekrar antik kente döndük.
Petra by Night
Haftanın 3 günü (Pazartesi, Çarşamba, Perşembe), bir turizm acentesi Petra antik kenti içinde gece etkinliği düzenliyormuş. Petra by night giriş ücreti kişi başı 17 dinar. Buraya gelirken bu etkinliğe denk gelmeye çalışmanızı öneririm, büyüleyici bir tecrübe.
Bu tecrübeyi aktarmak aslında benim yazın yeteneklerimin ötesinde kalıyor. Turist tipi, gömlek cebine sığacak amatör fotoğraf makinesi ile de pek anlaşılır fotoğraflar çekilemiyor. Antik kent girişinde toplanılıyor, kapı açılınca 8-8:30 gibi, toplu halde içeri giriliyor. At fayton falan yok, 2 kilometrelik yürüyüş zorunlu. Kese kağıdı içerisine oturtulmuş mumlar yolu süslüyor, pek de fazla aydınlatamıyor 800 adet kadar olmalarına rağmen.
The Siq adı verilen bölgede kaya duvarları mum ışığında görebiliyorsunuz. Kafanızı yukarı kaldırıncaysa yıldızlar. Buranın yüksekliği bin metreye yaklaşıyor, yakında çok ışık yapacak bir büyük şehir de yok, biz gittiğimizde henüz ay da doğmamıştı. Kaya yarığının üzerini saman yolu örtüyor, kızıl duvarlar mum ışığı ile daha da sıcak görünüyor.
The Treasury By Night, Petra
Hazinenin olduğu yerde, hazinenin önüne sıra sıra mumları dizmişlerdi. Sonrasında yerlere hasır sermişler, katılımcıları yerleştirmeye çalışıyorlardı. Kaya yarığının hemen sonunda sağa dönerseniz bir bank var, ben oraya konuşlandım. Zaman zaman tripotu ile birileri önümde konumlanmaya çalışsa da, tripotlu fotoğrafçılar cep telefonlarının fenerini açıp fotoğraf makinelerini ayarlamaya çalışsa da çok iyi bir konumdu. Fotoğraf makinemi bankta sabitleyip fotoğraf çekebiliyordum ve bağdaş kurmaktansa düz oturuyordum.
Herkesin mekana ulaştığını düşündükleri zaman sessiz olunması yönünde bir çağrı yaptılar ve müzik dinletisi başladı. Müziğin beni özel olarak etkilediğini söyleyemem, ses sistemi de pek parlak değildi. Çok daha iyi bir gösteri sunulabilir elbette ama asıl kıymetli olan ortamın kendisi. Ve müzik başlayınca insanlar susuyor, uğultu bitiyor.
Dinletinin son bölümünde hazine binasını da kırmızı ışıkla aydınlattılar, görsel güzellik fotoğraf makinesinin kayda alabileceği kadar aydınlık hale geldi. Dinleti sonunda da herkes fotoğraflama çabasına girişti. Ben de yavaş yavaş etrafa baka baka, fotoğraf çekme çabalarımı sürdürerek, kafamı kaldırıp samanyolunu izleye izleye geri döndüm.
Dönüş yolunda, çıkış kapısına yakın, kenarda halay çeken bir grup vardı, sonradan öğrendim onların bizim #gezginlerAkabe’de ekibi olduğunu. Gösteri sonunda giriş kapısının hemen yanındaki Cave Bar’da buluşma kararı almıştık. Gecenin nargile ve halaylar eşliğinde son bulacağı anlaşıldı. Petra gecesinin beni içerisine soktuğu his durumuna pek uymadı bu durum. 1985 yılında Unesco Dünya Mirasına, 2007 yılında Dünyanın Yeni 7 Harikası listesine giren Petra antik kenti rüyalarımda bana katılsın istedim.
Keyifle okuduk…Bizim de Petra’yı görme isteğimiz bu yazıyla iyice pekişmiş oldu.
Enerjisi bu kadar yüksek bir daha önce görmedim. Kesinlikle gidilmeye değer bir yer.