1. Home
  2. Mekanlar
  3. Fransa
  4. PARİS…PARİS…PARİS – 1

PARİS…PARİS…PARİS – 1

3

Eyfel Kulesi önünde10 Mart 2011

Orhan’ın 13-18 Mart tarihleri arasında, Fransa/Rennes yakınlarındaki bir firmaya ziyareti olacaktı ve Rennes’e Paris üzerinden geçecekti. Paris kelimesini duyunca, bu seyahate ben de nasıl dahil olabilirim acaba diye düşünmeye başladım. İlk önce seyahatinin sonuna doğru bir plan yapmayı düşündük ama sonrasında başına dahil olmama karar verdik ekonomik nedenlerle, puanlarla bilet alımı vesaire gibi.

Cuma günü için ikimiz de izin aldık ve 10 Mart Perşembe günü 17.30 uçağı ile İzmir-İstanbul-Paris uçuşu ile Paris’e vardık.

Birlikte yaptığımız son 2 yurtdışı seyahatimizde bavulumuz kaybolduğu için, bu sefer başımıza ne iş gelecek, kayıp bavul formunu baştan doldurup check-in esnasında teslim mi etsek, ya da nasıl olsa gelmeyeceğini düşünerek hiç bavul hazırlamasak mı acaba diye eğlenerek hazırladık bavullarımızı. Paris’e varınca bavullarımıza kavuştuk ve hemen havaalanını terk etmek istedik, zaten gece yarısı suları. Fakat ortalıkta bir karışıklık var, yöneldiğimiz yerlerden bizi geri çeviriyorlar, görevliler kendi aralarında konuşuyorlar, ellerinde kocaman silahlı askerler dolaşıyor. Görevliler İngilizce bilmediği için sorularımızı cevapsız bırakıyorlar. Sonunda bir çıkış kapısına doğru yöneldik ve oradaki danışma ofisinden metro çıkışındaki kapının orada sahipsiz bir bavul olduğunu ve bomba riski sebebi ile bizi bir süreliğine burada tutacaklarını öğrendik. Çok uzun sürmeyen bir bekleyişten sonra çıkmamıza izin verdiler. Merdivenlerden aşağıya inerken patlatıldıktan sonra darmadağın olmuş, muhtemelen dalgın birine ait bir bavul gördük.

Eyfel KulesindeHavaalanından, 5 gün boyunca tüm tren, metro ve otobüslerde geçerli olan ve havaalanı bölgesini de kapsayan Paris Visit biletlerinden aldık (51,2€). En doğru çözüm bu değilmiş aslında, çok fark etmemekle birlikte havalimanı gidiş dönüşü farklı bilet alıp iç bölgede geçerli sınırsız bilet alırsanız az bir şey daha ucuz oluyor, havalimanı bağlantılı trenlerden mahrum kalarak. Dikkat edilmesi gereken günlük biletin 24 saatlik değil, o gün sonuna kadar geçerli olması.

Uzun bir tren yolculuğundan sonra metroya bindik (havaalanı otel arası ulaşım süremiz 1 saati aştı) ve saat 00.15 gibi otelimize vardık. Coypel isimli otelimiz Place d’Italie meydanında. Makul fiyatı ve metro hatlarına yakınlığı sebebi ile burayı tercih ettik (2 kişi konaklama ücreti 65€). Odamız ufak ve havluları pek temiz olmasa da, kalışımız süresinde bize yeterli oldu. Bavullarımızı bırakır bırakmaz otel ve meydanın çevresinde kısa bir yürüyüş yapıp Paris’i soluduk.

11 Mart 2011

Günümüze Paris klasiği olan Eyfel Kulesi ile başlamak istiyoruz. Okuduğum yazılarda, gün içerisinde kuleye giriş için uzun kuyruklar olduğunu, bu yüzden sabah 09.30’da açılış saatinde orada olunmasını öneriyorlardı. Sabah kalkar kakmaz yola çıktık, yoldan kahve aldık ve Eyfel kulesinin yanındaki parkta, dün uçaktan ve CIP lounge’dan aldığımız sandviçler ile kahvaltımızı yaptık. Kuleye vardığımızda çoktan uzun bir kuyruk oluşmuştu. Sırada beklerken bir önümüzde babasıyla gelen 4 yaşlarında sevimli bir erkek çocuğu vardı. Bir ara gelip pat diye Orhan’ın bacağına sarıldı, biz de ne kadar samimi ve candan bir çocuk diye kendisini sevmeye başladık. Fakat onu okşadıkça, o daha fazla Orhan’ın bacağına yüzünü gömdü. Bir ara yüzünü Orhan’a çevirip, onun babası olmadığını anladığında, yüzündeki şaşkınlık ve utanç ifadesi tüm gün bizi eğlendirdi.

Eyfel'den giriş kuyruğu

Eyfel'den manzaraKuleye çıkmak için 2 seçenek var: asansör veya merdivenler. Tüm enerjimizi merdiven çıkarak harcamamak ve kalan 2 gün boyunca otelde dinlenmek zorunda kalmamak için hemen asansör sırasına girdik. Asansörler 2.kata kadar (8€) veya en üst, 3. kata kadar çıkıyor (13€). Biz en yukarıdan Paris’i seyretmek istedik. 1 saat kadar sırada bekledikten sonra asansör ile ilk önce ikinci kata çıktık. Balkonu turlayıp fotoğraflandıktan sonra üçüncü katta ve sonrasında da 1. katta aynı şeyi tekrarlayarak tüm Paris’i solumağa çalıştık. Bol bol fotoğraf çektik. Fakat hava kapalı ve bulutlu olduğu için çekildiğimiz tüm fotoğrafların arkasında gri bir fon oluştu.

Galeries LafayetteÖğlen otobüsle Galeries Lafayette’e gittik. Otobüs metrodan çok daha keyifli ve bazı hatlar tamamen turistik güzergahta, hem inip çıkma derdi yok, hem de etrafı izleyebiliyorsunuz. Londra’da Harrods’ı gezdik burada da Lafayette’i gezmeden geçmeyelim dedik. Çok büyük bir mağaza ve binanın iç tasarımı büyüleyici. Ana bölümü dört katın üzerine yerleştirilmiş bol süslemeli cam kubbenin altına balkonlar şeklinde yerleştirilmiş. Kubbe dışı detaylar, dış süslemeler ve ışıklandırmalarda son derece şık. Kıyafet reyonlarının arasında kısa bir tur yaptıktan sonra yiyeceklerin olduğu kata indik. Ben Paris’e gelmezden beri burada pasta ve sıcak çikolata keyfi yapmayı planlıyordum. Galeries Lafayette kubbesiBuradaki pasta reyonu beni cezbedince hemen bir tanesini kaptım. Öğle yemeği için bir kırmızı ve bir de beyaz 2 tane küçük şarap aldık. Şarküteri reyonunda çeşit çok fazla ve neye bakacağımızı şaşırıyoruz. Ben pasta ile karnımı bir miktar da olsa doyurduğum için öğle yemeği için atıştırmalık seçimini Orhan’a bıraktım. O da zeytinli süper bir baget ekmeği ve arasına koymak için jambon gibi bir et aldı (8€). Galeries Lafayette’in en üst katında bulunan terasta hem karnımızı doyurduk, hem de manzaraya karşı şarabımızı içtik. Hemen karşımızda duran güzeller güzeli opera binasını seyreyledik.

Galeries Lafayette çatısında

Sacre CoeurBuradan tekrar otobüse bindik ve Zafer Takı’nın (Arc de triomphe de l’Étoile) bulunduğu Charles de Gaulle meydanına geldik. Bu meydanın devamı zaten meşhur Şanzelize Caddesi. Gelmeden önce Paris ile ilgili araştırma yapıyorum ve görülmeden dönülmemesi gereken yerlerin ilk başını Champs-Élysées oluşturuyor. Fakat hiç bir yazı meşhur Şanzelize’den bahsetmiyor. Orhan’a sorduğumda benimle bayağı eğlendi ve Champs-Élysées’nin Şanzelize olduğunu belirtti. Ama bu haksızlık değil mi hem Türkçe hem de İngilizce birçok kaynaktan Paris hakkında bilgi okudum hiç biri de Champs-Élysées’in Şanzelize olarak okunduğuna dair aydınlatıcı bir bilgi geçmemiş. Herkes Fransızca mı biliyor canım!

Bu caddenin Zafer Takı’na göre sol kanadında yürüyüş yaparak diğer ucundan otobüse binerek Sacre Coeur’a geldik. Burası Montmartre bölgesinde bulunan bir bazilika. Etrafını müzisyenler ve ressamlar mesken bellemiş. Önündeki uzun ve genişçe merdivenlerde gitar çalan biri var, biz de oradaki dinleyici topluluğuna karıştık ve bir basamağa çöktük. Hem müziğe eşlik ettik hem de haritamızı gözden geçirdik. Sacre Coeur etrafındaki ressamların ve küçük hediyelik eşya dükkanlarının aralarında biraz dolaştık.

Bouillon Chartier restoran

Bouillon Chartier restoranda salyangozAkabinde hedefimiz akşam yemeğini ünlü Bouillon Chartier restoranda yemek. Sacre Coeur’dan buraya yürüyerek gidebileceğimizi düşünerek yürümeye başladık. Fakat yolun tahminimizden fazla sürmesi ve restoranı bulmak için de vakit harcamamız beni biraz yordu. Chartier yine Montmartre bölgesinde klasik bir Fransız restoranı. Yüksek tavanlı, masaların üzerinde şapka koymak için pirinç raflar var, masaları plastikle karışmış kağıt örtüler serili, sıkışık, mimarisi tren garını andıran büyük bir yer. Orhan 15 yıl önce ailesi ile geldiğinde burada yemek yemiş, Paris tanıtım yazılarında da özellikle önerilen bir mekan. Tek sorun hiç İngilizce menülerinin olmayışı. Artık şansımıza ne çıkarsa yeriz deyip içeri girdik, artık İngilizce menüleri olmasını umarak. Mekan acayip kalabalık. Garson bizi 4 kişilik masada 2 kişi oturan Fransız bayanların yanında yer gösterdi. Bizim yabancı olduğumuz her halimizden belli. Teyzeler süper misafirperver çıktı ve hemen bizimle sohbete başladılar. Bir tanesi daha önce Antalya’da ve Ankara’da bulunmuş. Bize hem tüm menüyü çevirdiler (hala İngilizce menü yok), hem de önerilerde bulundular. Onların desteği ile 6 ‘lı escargot (bizim tabirimiz ile sümüklü böcek), kaz ciğeri, 2 çeşit biftek ve kırmızı şarap sipariş ettik (47€). Ben escargot’dan tatmak bile istemedim ama Orhan çok şey kaçırdığımı belirterek afiyetle yedi. Kaz ciğeri çok matah olmasa da biftekler çok lezzetliydi. Fransız teyzeler kalktıktan sonra yanımıza 40 yaşlarında İngiliz bir çift oturdu. Onların hikayesi bize çok benziyordu. Bayan uzun yıllar önce bir kez Paris’e gelmiş ve bu restoranda yemek yemiş. Eşi ise ilk defa geliyormuş Paris’e ve önceki gece geç saatte varmışlar. Erkeğin yaş gününü kutlamak için gelmişler. Bayan çok az Fransızca biliyordu, önceki Fransız bayanlardan edindiğimiz bilgiler ile bu sefer biz onlara yardımcı olmaya çalıştık. Bu akşam ne yapabiliriz, önerileriniz var mı diye sorduğumuzda, kendilerinin Moulin Rouge tarafında konakladıklarını ve gördükleri kadarı ile oraların eğlenceli olabileceğini söylediler.

Biz de önerilerine uyarak, yemek sonrası metro ile tarafına geldik. Gelmeden önce Moulin Rouge veya Lido show gibi bir mekana gitsek mi diye düşünüp bir araştırma yapmıştık, ama hem bilet fiyatlarının yüksekliği (kişi başı 100 – 125€) hem de Can Can dansı çok cazip gelmedi. İnternetten videolarını izleyip hem vakit ham paramızı buna yatırmamaya karar verdik. Moulin Rouge’un etrafında bir sürü erotic shop ve striptiz bar tarzı mekanlar var. Dolaşırken marketin birinden 70’lik şampanya aldık, kaldırımda patlattık ve dolaşarak içtik. Birkaç erotic shopa bakındık. Striptiz barlardan birini girsek mi diye düşündük ama içeride bizi nasıl bir hesap beklediğinden emin olamadığımız için vazgeçtik. Sokaklarda şampanyamızı ve günümüzü bitirdik.

Moulin Rouge önünde

Comment(3)

LEAVE YOUR COMMENT

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir